DEDELERİMLE TORUNLARIM ARASINDA KALDIM
Ben ve karım
Yanımızda çocuklarımla…
Benim sırtımda pahalımı pahalı deri çeket,
Karım şık tayyörünü giymiş.
Kızımın fırfırlı elbisesi İstanbul’da bir mağazadan mı,?
Yoksa Paris’ten mi hatırlamıyorum bile…
Oğlum çok pahalı cep telefonundan mesaj çekiyor.
Belli ki sevgililerinden birine.
Oturduk muhteşem manzaralı, ama çok pahalı restorana…
Sıkılmıştık evde kahvaltı yapmaktan,
Tatmin etmiyordu bizi, kuş sütü eksik sofralarımız,
Evimizde ki rutinimizde…
Mutluyduk…
Karım, kızım, oğlum ve ben
Mutluyduk…
Paramızla, pahalı arabamızla, villamızla.
İşimiz tıkırında, keyfimiz gırlaydı…
Gömüldük kahvaltı soframıza,
Papyonlu garsondan, bembeyaz masa örtüsünden, kendimize pay çıkarıyorduk.
önümüzde ki muhteşem boğaz
Bizim için yaratılmıştı sanki..!
İnce belli bardaktan keyif çayımı yudumlarken;
Bir, bir köprüye, bir diğerine bakıyordum.
Bir çamlıca tepesinde… Bir Beykoz sırtlarında dolaşıyordum
öyle bir olmuştum, öyle bir olmuştum ki,
Kim bilir…
Belki de şu küçük dağları ben yaratmıştım!
Şu boğaz, ben olmasam bu kadar mavi olabilirmiydi?
Ben olmasam ne olurdu Türkiye’nin hali…
Belki de bensiz bir dünya? Ne bileyim yani…
Gözüm, akıntıya kapılmış bir karartıya takıldı…
O akıyor, peşinden ben akıyorum sanki
Kayboluyor…
Sonra onu ilk farkkettiğim yerde buluyorum.
Ben mi karartıyla oynuyorum
Yoksa o mu benimle dalga geçiyor?
Kopmuş kaybolmuştum adeta…
Derinden, ama çok derinden bir ses duydum.
-Ne oldu zavallı?
-Anlamadım?
Dedim mi, demedim mi?
Ama aklımdan geçti kesin!
-Ne oldu zavallı?
Sordum mu, sormadım mı?
Ama aklımdan geçtiği kesin!
-Ne… Ne… Ne ne ol… du…?
-Bir karartı seni esir aldı!
Ses aynı sesti. Ama daha gür daha belirgindi.
Hani küçük dağları sen yaratmıştın.
Hani mavi boğazın suları…
Hani Türkiye sensiz olmazdı, hani dünya…
Hani sen çok büyüktün çoooook
Yanımdakileri unuttum önce
Ses gizemli ve gürdü…
Sen mi aldın buraları, sen mi yaptın hisarları…
sen mi açtın Anadolu’nun kapısını…
önce ürktüm sonra korkmaya başladım.
Karıma baktım soluk silik bir resim gibiydi gözümde.
Oğlum, kızım kendi dünyalarında
Ses kulaklarımda yankılanıyordu…
Sen mi yaptın? Sen mi buldun? Sen mi aldın…?
Hemen kalktım.
-Haydi yürüyün! Dedim.
Şaşırdı oğlum, kızım, karım
Garson bile şaşırmıştı bu anı kalkışa
-Yürüyün!
Cesaret edemediler sebebini sormaya
Yüzüm asılı çene kemiklerim gerginmiş meğer.
-Hastayım.
Deyip giriverdim yatağa…
Karım geldi, kızım geldi, oğlum geldi.
Doktor dediler, nane limon, ağrı kesici dediler.
Yok dedim. İstemez dedim. Hayırrrr dedim.
Ateşime baktılar.
Rahat bırakın yahu dedim.
çaresiz çekildiler.
Kulaklarımda ne oldu zavallı. Sen mi aldın… sen mi yaptın… Sesleri.
İçim ürperdi… Korktum… Terlemişim…
Uyuyup kalmışım öyle
Az mı uyudum çok mu?
Saat mi uyudum, asır mı?
Aciz kalmışım zamanın karşısında…
Rüya gördüm her halde…
Minik bir çocuk koşarak geliyordu bana doğru.
Kollarımı açtım
Ohh! Kâbusum bitti demek ki,
Gel benim yavrum. Gel benim kızım…
Elinde, benim de hiç görmediğim bir demet çiçek
-Ne yaptın bunları?
Neden artık benim dünyamda bu çiçekler yok!
Şaşırdım, bocaladım…
Başka bir çocuk belirdi.
Yaklaştıkça mutsuzluğunu gördüm gözlerinde.
Ağlayarak geçti yanımdan
Arkadan daha mağrur görünen bir başkası
-Hesap ver!
Dedi ve gitti.
Sonra başkası;
-özengi öpmeye hasretken garbın elçileri!
Tam kayboluyordu ki….
Ne özengisi, ne garbi, ne elçisi diye soracak oldum
Durdu, başını kaldırdı, göğsünü öne doğru şişirdi
özengi öpmeye hasretti garbın elçileri
Şimdi ne oldu da duruyorsun ayaklar altında dedi.
Bir başkası, sonra başkası, daha sonra başkaları hesap sordular tek… Tek…
Sonra hepsi karşıma toplandı.
Pahalı arabaya binmeyi adamlık sanıyorsun ha…
Daha şimdi… aha şu kadar zamanda…
Otuz bin şehit..!
Fiyakalı yürümeyi adamlık sanıyorsun ha…
Avuç açıp dolar dilenmeyi, İmf’yi, Dünya bankasını
İçine sindirmeyi adamlık sanıyorsun ha…
İçlerinden biri bir adım öne çıktı.
Ağlamaktan kuruması gereken göz pınarlarından
Hangi yüzle gülerek yaş akıtıyorsun?
Arkadan bir ses
Size haram süt emdirmemiştim ama…
Ninemin sesi bu…
Döndüm göremedim. Ses sanki gayipten geliyordu
Devam etti
Yazıklar olsun size…
Sağımdan bağırdı ihtiyar dedem.
Dökülen kanları nasıl da unuttunuz
Solumdan başka bir ses
Hani çalışacaktınız! Hani didinecektiniz!
Daha tok bir ses
Hani muhassır medeniyetler seviyesine çıkacaktınız!!
Sonra cıvıl cıvıl bir çocuk
Mahvettiniz denizlerimizi…
Bir diğeri
Ya balıklarımız.
Hepsi bir ağızdan
Mahvettiniz dünyamızı, karartınız geleceğimizi…
Bir o ses, bir bu sese dönüyordum.
Dört tarafımdan başka bir koro
Harcadınız mirasımızı…
Bitirdiniz kazandıklarımızı…
çocuklarla yaşlılar hep bir ağızdan
Hesap ver!
Hesap verin!
Hesap vereceksiniz!
Kan-ter içinde kalmışım.
Uyandım.
Keşke gerçekten uyanabilseydim.
Keşke gerçekten uyanabilsek!
06. 07. 2013